Gerçeğin ne olduğu üzerine onca düşünce ve fikirler söylenmeye devam ederken ortaya yalan üzerine kurulu bir sanat dalı çıkıyor: Sinema! Günümüzde efektlerle filmler yapıldığı için sistem yalan üzerine kurulu değil; filmin kendi yapısı yalan üzerinedir. Olmayan şeyi olmuş gibi göstermek ve insanların öyle anlamasını sağlamak.. Kurmaca ol-muş gibi, gerçek-miş gibi yaparak inandırmacadır. Basit anlamda “seyrettiğimiz sadece bir film sakın inanmayın” mevzusu değil bahsetmek istediğim. Görüntüye ve kurmacaya tüm dünya alıştı. Sürekli yeni şeyler çıkıyor. Fakat burada filmi yapanın niyeti önemli bir nokta. Farklı ülkelerden yönetmenlerin sinemanın yalan oluşuna ve o yalanla bizi nerede bırakmak istediklerine örnek verelim. Kimisi dünyaya kimi daha ötelere.
Biri; “Savaş ve kriz gibi dramatik dönemlerde yalanlar ve sırlar insanların ayakta kalmasına yardımcı olabiliyor. Aynı zamanda da yaşamak için yeniden bir istek duymalarını sağlayabiliyor. Bu, bizim kurmaca için duyduğumuz istek ve ihtiyacın metaforu. Dolayısıyla filmlere de ihtiyaç duymamızın. … unutmayın sinema zaten bir yalandır.”
Bir başkası; “Film, gerçeğin ya da gerçeği bulma çabasının hizmetindeki, saniyede 24 kare akan bir yalandır.”
Daha bir başkası; “... hakikatin bir yansıması gibi görünen sinema filmlerim gibi bu filmler de hilelerle dolu olmasına rağmen tamamen akla yatkındır. Her şey yalan, hiçbir şey doğru değil ancak yine de hakikati gösteriyor. İzleyiciye gerçek dışı şeyler sunarım ancak bunu son derece ikna edici bir şekilde yaparım. Her bir yönetmen, hakikati kendine özgü bir biçimde yorumlar ve bu da her bir yönetmeni birer yalancı kılar. Ancak bu yalanlar, insanlığın derin hakikatlerini dışa vurma görevi görür.”
Sahici bir yalan olan film hakikate ulaştırabilir mi?